George Edward Moore, 1873 yılında bir doktorun oğlu olarak Londra’nın banliyösünde doğdu. Dullwich College’da ve 1892’den itibaren Cambridge’de Trinity College’da öğrenim gördü. 1898’de Tirinity College’da akademi üyesi (İng.fellow) ünvanı aldı. Cambridge’deki ilk yılının sonunda, kendisinden iki sınıf ileride bulunan Bertrand Russell ile tanıştı. Russell, kendisini felsefe okuması için teşvik etti. Moore, 1925-1939 yılları arasında, Cambridge Üniversitesi’nde zihin felsefesi ve mantık profesörü olarak akademik çalışmalarını sürdürdü. Moore, sağduyuya dayalı felsefe anlayışının önde gelen savunucusudur. Ahlâk felsefesi alanında doğalcılık karşıtı anlayışı savunmuştur. Kendi adıyla anılan bir paradoksu ortaya koymuştur. Yaşadığı dönemde, felsefe camiasında oldukça etkili olmuştur. Mind dergisinin editörlüğünü üstlenmiştir. 1918 ve 1919 yıllarında Aristotelian Society’nin başkanlığını üstlenmiştir. 1958 yılında hayata veda etmiştir. Gottlob Frege, Bertrand Russell ve Ludwig Wittgenstein ile birlikte, adı analitik felsefe geleneğinin kurucuları arasında yer alır. İngiliz felsefesinde idealist yaklaşımların etkisinin ortadan kaldırılması sürecinde, son derece etkili ve belirleyici olmuştur. Çok açık ve konuları kuşatan bir yazı dili geliştirmiştir. Genel olarak felsefenin, bilimlerle karşılaştırıldığında yeterince ilerlemeci olmadığından yakınmıştır. Ahlâk felsefesi üzerine görüşlerini ifade ettiği Principia Ethica başlıklı kitabı ile “The Refutation of Idealism”, “A Defence of Common Sense” ve “A Proof of the External World” başlıklı makaleleri en etkili eserleri sayılmaktadır. Moore, “sağduyuya dayalı” önermeler olarak adlandırdığı bir grup önermeyi ayırt eder. Bunları iki grupta ele alır. İlk grupta yer alan önermelere örnek olarak şunları verebiliriz: Moore, bir insan bedenine sahiptir. Bedeni belli bir zaman önce doğmuş ve o zamandan bu zamana kesintisiz olarak yerkürenin üzerinde varlığını sürdürmüştür. Zaman içerisinde değişimlere uğramıştır. Diğer birtakım üçboyutlu, hacme ve biçime sahip nesnelerle farklı zamanlarda, belli mesafelerde birlikte var olmuştur. Bu önermeler, yaşayan başka insan bedenleri için de söylenebilir. Dünya, benim bedenimim var olmasından çok uzun zaman öncesinden beri vardır. Üzerinde, pek çok insan bedeni yaşamış ve ölmüştür. Bedenim farklı türlerde deneyimlere (çevremdeki nesneler ve diğer bedenlerle ilgili algılara) sahip olmuştur. Farklı bedenlere sahip insanlar da bu tür deneyimlere sahip olmuştur. Moore, ayrıca bu önermelere şu ikinci önermeyi (ya da önerme grubunu da ekler): Diğer insanlar da Moore’un kendisi ve çevresi ile ilgili bildiği önermeleri, kendi deneyimleri dahilinde bilirler. İşte bu iki grupta yer alan önermeler bir araya getirildiğinde “sağduyuya dayalı dünya görüşünü” oluşturur. Moore bu önermeleri (burada sözcük sözcük çevirmediğimiz biçimde) ayrıntılı olarak ifade eder. Bunların arasına Tanrı’yla, evrenin oluşumuyla ilgili birtakım önermeleri, ne kadar çok insan bunlara inanıyorsa inansın, katmaz. Moore’a göre ben bu önermelere sadece inanmakla kalmam, belli bir kesinlikle doğru olduklarını da bilirim. Söz konusu önermeleri reddetmek, bir çelişki içermez. Bu itibarla da bu önermeler, bir zorunluluk içermez. Ancak Moore’a göre, bu tür sağduyuya dayalı önermeler, felsefeye başlamak için varsayılan önermelerdir. Bunun anlamı, hiçbir felsefecinin bunları inkâr etmediği değildir. Nitekim felsefe tarihinde, bu önermeleri reddeden felsefeciler de olmuştur. Ancak Moore’a göre, bu önermeleri reddetmeleri o felsefecilerin kendi görüşlerini kabul edilmez kılar. Örneğin, söz konusu bu önermeler hakkında kuşkucu bir yaklaşım sergileyen, bu konuda kitaplar veya makaleler yazan bir felsefeci, bu söylediklerini diğer insanların okuması ve eleştirmesi için söylemektedir. Başkalarının doğru kabul ettiği bazı önermelerin olduğunu ancak, bunlardan şüphe duyduklarını ifade etmektedirler. Bu durumda, aslında, kuşkucu yaklaşımlarının reddettiği bazı düşünceleri, baştan kabul etmeksizin bu yaptıklarını yapamazlar. Kuşkucu yaklaşımı savunan bir felsefeci, bizim felsefe öncesi birtakım bilgilerimizi sorgulamakta ve eğer kendisine yeterli delili sunamazsak, bu bildiğimizi iddia ettiklerimizi aslında bilmediğimiz bize söylemek için hazır beklemektedir. Moore’un bu noktadaki bakış açısı, bir seçimle karşı karşıya olduğumuzdur. Felsefe öncesi sağduyuya dayalı kanaatlerimizle felsefî kuşkuculuğun bir ilkesi arasında, hangisine daha fazla güven duyacağımız konusunda bir seçimdir bu. Moore’un bu konudaki tavrı ise açıktır. Sağduyuya dayalı kanaatlerimize güvenimiz, asla bir felsefî ilkeye olan güvenimizle kıyaslanamaz. Çünkü felsefecilerin sağduyuya dayalı bilgilerimize önceliği olan ve daha güvenilir bir bilgi türüne sahip olduklarını düşünmek için geçerli bir sebebimiz yoktur. Moore, neden bu nokta üzerinde bu kadar durmaktadır? Moore’un mücadele ettiği ve karşı çıktığı felsefe geleneği, söz konusu sağduyuya dayalı önermeleri sorgulayan bir tür idealist felsefedir. Moore’un, Cambridge’te öğrenim gördüğü dönemde hakîm olan felsefe anlayışı budur. En azından Moore’un bu felsefe geleneğini anlayış biçimi böyledir. Felsefe, bu tür önermeleri sorgulayarak işe başlamamalıdır. Felsefe, söz konusu önermeleri nasıl olup da bildiğimizi açıklamalıdır. Bunu yapabilmenin ilk aşaması ise bu tür önermeleri bildiğimizi iddia ettiğimizde, bildiğimizin aslında ne olduğunu ortaya koymaktır. Moore, bu noktadan hareketle felsefî çözümleme yöntemini iki konuya, etiğe (ahlâk felsefesine) ve dış dünyanın bilinmesine yönlendirmiştir.
0 Comments
|
Kategori
All
|