Eski Yunan felsefesinde “Varlığın aslı esası nedir?” sorusuna verilen cevaplar, aynı zamanda “evrenin kaynağı nedir?”, “evrendeki bu çokluk nasıl olup da bu kaynaktan meydana gelmiştir?” sorularıyla da iç içedir. Thales’in bu sorulardan ilkine verdiği yanıt bir yönüyle dinî tutumlara, diğer yönüyle içinde yaşadığı dünyayla ilgili kişisel gözlemlerine dayanmaktaydı. Suyun canlılar için taşıdığı büyük öneme vurgu yapmış olması bu gözlemlerinin neticesindeydi. Thales, suyun canlılar için taşıdığı büyük önemi vurgulamasının yanı sıra, varolanların sudan nasıl meydana geldiğini ise pek açık olarak ifade etmemiştir. Yunan felsefe dünyasında varolanların kaynağı ve bu kaynaktan varolanların nasıl meydana geldiğine yönelik ikinci açıklama denemesi Thales’in dostu ve öğrencisi olarak yaklaşık MÖ 611 546 yılları arasında yaşamış olan Anaksimandros’dur. Hakkında günümüze ulaşan bilgilerden anladığımız kadarıyla Anaksimandros, politikacı, astronom, haritacı ve matematikçi kimliğiyle ön plana çıkmış bir kişidir. Eski Yunanların Karadeniz kolonilerinden biri olan Apollonia’nın kurucularından olan Anaksimandros, Akdenizi merkeze alan bir yer haritasının yanı sıra, Yunan dünyasında ilk gök haritalarından birini de çıkaran kişidir. Yine, astronomi alanında Eski Yunan dünyasındaki ilklerden olan ve o gün için büyük önem taşıyan dört önemli teorik ve pratik keşfi vardır. Bunlardan ilki dünyanın ekliptik eğriliğini keşfederek güneşin mevsimlere göre doğma ve batma konumlarını nasıl değiştirdiğini açıklamaya yönelikken ikincisi, gnomonu (güneş saati) pratik kullanıma sunmasıdır. Üçüncüsü, yine Güneş’in doğuşu ve batışının açıklanmasına yönelik Thales tarafından geliştirilmiş olan ve dünyanın su üzerinde yüzen bir tepsi biçiminde olduğu anlayışına dayalı olan açıklamaya alternatif olmuştur. Thales’in getirdiği açıklamada Güneş’in doğuşu ve batışı arasında kalan zamanda Güneş’in görünmemesinin nedeni olarak dağların ardında kalması ve insanlar bu yüzden Güneş’i görmeden tekrar doğuya geçtiği yolundaydı. Anaksimandros’a göre ise dünya düz bir tepsi değil fakat genişliği yüksekliğinin üç katı olan bir sütun şeklindedir. Güneş’in batması esnasında, Güneş bu sütunun arkasında kaybolmakta, doğması esnasında da sütunun diğer yüzünden ortaya çıkmaktadır. Anaksimandros’un astronomiyle ilgili olarak geliştirdiği dördüncü önemli düşünceyse bir sütun olarak belirttiği dünyanın herhangi bir dayanak olmaksızın evrenin merkezinde ve boşlukta hareketsiz olarak duruyor olduğudur. Anaksimandros boşlukta hareketsiz olarak durmayı, dünyaya etki eden bütün güçlerin birbirlerini eşitlemesi sonucunda ortaya çıkan bir durum olarak tasarlar. Anaksimandros’a göre yeryüzünün evrenin merkezinde hareketsiz olarak durmasının yanı sıra dünya çevresindeki yıldızlar ve öteki gök cisimlerinin yapısını ve oluşma biçimlerini de açıklamağa çalışmıştır. Anaksimandros’a göre yıldızlar, etrafı kabukla örtülmüş olan ve içinde ateş bulunan bir çemberler sisteminin çatlaklarından sızanışıklardan oluşmaktadır. Bu çemberlerdeki çatlakların büyüyüp küçülmesiyle de Ay’ın değişik hâlleri ortaya çıkmaktadır. Yunan dünyasına astronomi alanında getirdiği bu yeni fikirlerden başka Anaksimandros’un diğer bir özgün yanı ‘sonsuz dünyalar’ fikrini ortaya atmış olmasıdır. Aynı zamanda bir tanrısallığa da sahip olan Apeiron’dan içinde yaşadığımız dünyanın da bulunduğu, eş zamanlı mı yoksa ardışık olarak mı var oldukları belirsiz kalan sonsuz bir evrenler çokluğunun bulunduğundan da söz etmektedir. Astronomi ağırlıklı olan bu çığır açıcı görüşlerinin yanı sıra, Anaksimandros canlılar ile insanın ortaya çıkışı ve gelişimiyle ilgili olarak da ilk evrimci yaklaşım olarak nitelenebilecek bir anlayışı öne sürmüştür. Bu anlayışa göre nemlilikte başlayan canlılık gittikçe daha karmaşık organizmaların ortaya çıkmasıyla neticelenerek sulardan karalara doğru gelişen bir evrimle insan ortaya çıkmıştır. Görünen dünyanın ve ondaki değişmenin açıklanmasına yönelik olarak varlığın aslının esasının ne olduğu ve bu kaynaktan bütün varolanların nasıl meydana geldiğini Anaksimandros, Apeiron kavramını temele alarak açıklamağı denemiştir. Anaksimandros’a göre bütün varolanlar Apeiron’dan meydana gelmişler ve yine zorunlu olarak Apeiron’a geri döneceklerdir. Apeiron yaşlanmayacak olan ve doğmamış olan bir şey olarak tasavvur edilmesiyle asıl gerçeklik olarak varolanlar ise geçici olmalarıyla ‘bir süreliğine’ varolmuş olanlar olarak yani görünüş olarak düşünülmüşlerdir. Temel madde olarak “sınırsız” olan, kökensiz, yok edilemezdir ve onun hareketi de sonsuzdur. Bu hareketin sonucuysa varolanların “ayrışması” ve ortaya çıkmasıdır. Apeiron’dan ilkin Sıcak ile Soğuk ayrışır; bu ikisinden denemli olan ayrışır; bundan Dünya ile hava ve küresel bir dolgu gibi dünyayı çevreleyen ateş çemberi meydana gelmiştir. Anaksimandros, apeiron kavramını doğrudan, belli birtakım niteliklerini vererek tanımlamak yerine, dolaylı yolla ne olduğunu değil, fakat daha çok ne olmadığını ortaya koyan negatif bir tanımlamayla belirlemeye çalışır. Apeiron kavramı bir yönüyle ‘sınırsız’, diğer yönüyle ‘belirsiz’ kavramlarıyla karşılanabilir. Apeiron’un sınırsız olması, içerisinde yaşadığımız dünyadaki bütün tek tek varolanların kendisinden meydana gelmiş olduğu ve hâlen varolanların kendisine geri döneceği düşünüldüğünde bütün bu varolanları ve gelecekte varolacak olanları da içinde barındırabiliyor olması anlamındadır. Bu konumuyla apeiron âdeta varoluşa gelecek olanların ve varoluştan kalkacak olanların kendisinde saklandığı ve saklanacağı bir ‘depo’ işlevindedir. Apeiron’un belirsiz olmasıysa belirli niteliklere sahip olan tek tek varolanların aksine, bir niteliği ya da belirlenimi bulundurmaması, belirlenim dışı olmasıdır. Anaksimandros’a göre toprak, hava, su veya ateşin hepsi birlikte yahut herhangi birisi ‘apeiron’ olmadığı gibi bunların sahip olduğu sınırlı nitelikler de apeironda bulunmaz.Yine bu temel düşünceden hareketle bütün evrene hakim olan, söz konusu var olma ve kaynağa geri dönmenin nedeni olarak ise ahlaki bir ilke öne sürülmektedir. Bu ilkeye göre her şeyi, içerisinde biçim almamış, somut olarak varolmayan tarzında barındıran apeiron, varolmak, yani somut varolanlar olmak isteyenlere engel olmamakta fakat varolmanın bedeli olarak da yok olmayı yani apeirona geri dönmeyi şart koşmaktadır. Nietzsche’nin yorumuyla ‘Her varolan mutlaka yok olmayı tadacaktır. Burada varolma, bir biçim alarak içerisinde yaşadığımız gerçeklik alanına ‘çıkma’ olarak tasavvur edilmektedir. Varolanların varolmasını, yani apeiron’dan ayrılarak dünyada olmalarını şekil alma olarak varolma süreciniyse zıtlıklara dayanan kademeli bir oluş olarak ele almak mümkündür. Apeirondan ilkin soğuk ile sıcak, ardından kuru ile yaş, ardından da bunların çeşitli birleşmeleriyle de diğer bütün varolanlar meydana gelmektedir. Apeiron’da bütün varolanların ilkin şekilsiz olarak varolmalar ve bütün varolanların Apeiron’dan çıkıp yeniden Apeiron’a geri dönecek olmaları onun hem nitelik anlamında belirsiz hem de nicelik anlamında sınırsız olduğunu düşündürmekte, aynı biçimde ‘zamanın düzenlenişi’ olarak bütün oluşa ve yokoluşa hakim olan bir yasalılığın varlığını ortaya koymaktadır.Aristoteles’in Fizik adlı eserinde de belirtildiği üzere, “sonsuz” üzerine düşünmek, doğa bilimi çalışması yapmak için kaçınılmaz bir başlangıç noktasını oluşturmaktadır. ‘Apeiron’u karşıtları içerisinde barındıran birlik olarak tasavvur eden Aristoteles, her şeyin sınırsız olandan gelip yine sınırsız belirsiz olana geri döneceğini ileri süren Anaksimandros’un görüşlerini ele alırken“Doğa düşünürlerinin hepsi, ‘öge’ adı verilen nesneler içinde hep değişik bir doğayı ‘sonsuz’ diye alıyorlar: Söz gelişi su, hava yahut bunlar arasındaki nesneyi.Ama sınırlı sayıdaki nesneyi öğe diye alanlardan hiçbiri bunları sonsuz olarak kabul etmiyorlar” demektedir. Thales’in bu konudaki görüşlerine baktığımızda karşımıza çelişki çıkmaktadır. Evrenin oluşumu ilkin suyla başlamakta, ardından sudan zıttı olan kuruluk meydana gelmekte ve bu zıtlıklar üzerinden de evren oluşmaktadır. Burada, bir şeyin kendi zıddını içinde barın dırmasının yarattığı güçlük vardır. Bu güçlüğü aşmak için Anaksimandros, bünyesinde bütün zıtlıkları barındıran bir üst yapılanma tasarlamıştır. Bu yapılanmada varolanların meydana geldiği bütün zıtlıklar birbirlerinden bağımsız olarak Apeiron’dan türemekte, böylece varolmak için birbirlerine ihtiyaçları kalmamaktadır. Sınırlı sayıdaki öge olarak bu ilk kaynağın, Anaksimandros’un belirttiği anlamda, Aristoteles tarafından da desteklenir mahiyette sonsuz olarak kabul edilmemesinin nedeniyse varolanları oluşturan ögelerden birinin sonsuz olması, varolanlar, yalın olan karşıt ögelerden meydana geldiği için, diğer öğelerin yok olması durumunu beraberinde getirecek olmasıdır. Bu yüzden, bu ögelerden herhangi birisi başlangıç ilkesi olarak alınmamaktadır. Öte yandan Aristoteles, eleştirel yaklaşımı doğrultusunda söz konusu parçadaki anlatımı daha açık kılmağa yönelik olarak sonsuzun çeşitli anlamlarını vermektedir. İçerisinde yaşadığımız sonlu dünyanın sonsuz bir kaynaktan türediğini ileri süren Anaksimandros’a yönelik olarak ilkin, duyulur olanın bir sonsuz olamayacağını; duyulur olmayan fakat kendi başına olduğu kabul edilecek olan bu sonsuz olanın, diğer şeylerin kendisinden meydana geldiği bir sonsuz olan olamayacağını belirtir. Çünkü o zaman ondan meydana gelenlerin de sonsuz olması gerekecekti Başka bir deyişle varolanlar Anaksimandros’un düşündüğünün aksine belirsiz ve sınırsız olandan değil, fakat belirli ve sınırlı olanlardan meydana gelmiş olmalıdırlar. Aristoteles, sonsuzluğun olduğunu savunanların onu, varlığa gelenlerin ‘deposu’ olmasıyla tüketilemeyecek bir şey anlamına gelecek şekilde kullandıklarını düşünmektedir. Kendisinden her şeyin geldiği ve yine kendisine döneceği, doğmamış ve ölmeyecek olan ilk kaynak. Apeiron’un sonsuz sınırsız olarak kabul edilmesine yönelik olarak bilinebilirlik bakımından da eleştiri getiren Aristoteles, ilk ögenin sonsuz olarak kabul edilmemesinin temel gerekçesini ‘öge’ kavramını ele aldığı metafizikte ele almaktadır.Burada öge, varolanların kendisinden oluştuğu ve yine kendisine ayrıştırılabileceği, kendi aralarında türdeş olan en yalın unsur olarak belirlenmektedir. Belirttiği üzere burada önemli olan şey, bu ögelerin, kendilerini oluşturdukları varolanlar gibi, incelenebilirliğe bilinebilirliğe sahip olmalarıdır. Çünkü onlar da belli türden bir varoluşa sahiptirler. Aristoteles, buradaki öge tanımlamasındaki belirlemelerin aksine, nicelik bakımından sonsuz olan ve nitelik bakımından belirsiz olduğu düşünülecek olan bir ögenin, doğası itibarıyla bilinemeyeceği gibi, bu ögeden meydana gelecek olanların da bilinemeyeceklerini ifade eder. Çünkü biz ancak bileşik olanı, temel ilkeleri bakımından bilebiliriz.
0 Comments
Leave a Reply. |
Kategori
All
|